Friday 15 April 2011

İNKAR


Kasım 2001. Telefonda Latin Amerika’dan bir broker bana Arjantin bonosu satmaya çalışıyor. Bu fırsat kaçmaz diyor 1100 baz puanlık spread’i işaret ederek. Ancak ben Arjantin’in default edeceğini düşündüğüm için ilgilenmedim. Telefondaki benim gerçekten ahmak olduğumu düşünüyordu çünkü özellikle Latin Amerika’lılar 90 yılların altın ülkesinden böyle bir şey kesinlikle beklemiyordu.  Bütün kötü göstergelere rağmen herkes inkar ediyordu durumu. 2002 yılının başında olanlar oldu. 
 
Olli Rehn de Bloomberg’de Avrupalı dostlarının Yunanistan’da borç yeniden yapılandırılması ihtimali olduğu söylemlerinin spread’leri tırmandırdığını söylüyor.  Yani bir grup uzman çenesini tutsa Yunanistan bir anda düzlüğe çıkacak. Portekiz ve İrlanda da…

Bence bir borç konsolidasyonu olduğunda (olursa demiyorum, dikkatinizi çekerim) Yunan hükümeti ve halkı bundan en çok mutlu olacakların başında geliyor. Bu durum ülkenin, 5 seni mi yoksa 10 sene mi durgunluk ve deflasyon çekeceği konusunu açıklığa kavuşturacağından yerli halk için en olumlu senaryo.  Eurozone içinde böyle bir mekanizma olmadığı konuşuluyor. Benim gördüğüm kadarıyla kriz sürecinde kural kitabında yazmayan birçok ilke imza attı topluluk. Krizden önce bile Almanya ve Fransa Maastricht kriterlerini bütçe açıklarıyla kırıp “aman, bari siz yapmayın” uyarısıyla kurtarmışlardı durumu.

Görülüyor ki Avrupa’nın çok sevdiği bürokratik kurallar piyasa disiplininin yerine geçmedi ve geçmeyecek.  

Thursday 14 April 2011

Rehavete Yer Yok



Uzun zamandır ısrarla üzerinde durduğum bir konuda çok güvenilir bir yerden fikirlerime destek geldi. Biraz önce TV’de Dünya Bankası başkanı Robert Zoellick’i dinledim. Kendisi net bir şekilde emtia fiyatlarındaki artışın QE2’den kaynaklanmadığını, temel faktörlerin çıkışta rol oynadığını söyledi. Kısaca talep artıyor, arz biraz geriden geliyor. Neden bu kadar sözlerine güvendiğimi aktarıyım. Onun pozisyonunda bir kişi için özellikle yiyecek fiyatlarındaki artışı likiditeye bağlamak en kestirme yol olurdu. Her ne kadar emtia’nin bir varlık sınıfı olması sonucunda daha fazla yatırım çektiğini ve fiyat hareketlerini volatilite getirdiğini belirtse de aşırı talebin ön plana çıktığını söyledi. 

Benim görüşüm QE1-2’nin likidite artırıcı hedefinden çok piyasa verdiği mesaj önemliydi ve öyle olmaya devam ediyor. Kısaca yatırımcıların risk alma eğilimini arttırdı bu iki program. Başarılı da oldu diye düşünüyorum. Tabi risk alırken fonların bir kısmının da riskli emtia varlık gurubuna kayması normal.

Zoellick’den sonra IMF Başkanı Strauss-Khan vardı sırada. Onun da mesajı net: Birçok kişinin düşündüğü gibi kriz geride kalmadı…Global ekonomide rehavete yer yok”. Aslında başkanın sorunu küresel ekonominin gerçek anlamda ayrışmış olması. Bir yerdeki durum ötekine uymuyor. Her bölgeye ayrı bir yaklaşım gerekiyor. Böyle bir durumu yönetmek kriz yönetmekten daha zor olsa gerek. Ben bir önceki yazımda riskleri sıralamıştım. Bu yüzden yatırımcıların daha yüksek getiriler talep etmeleri gerektiğini belirttim. Risk-getiri dengesinin getiri lehine ağır basmadığı durumlarda çok daha temkinli davranılması gerektiğini düşünüyorum. Yatırım yaparken getiri beklentilerinizi dikkatle gözden geçirin derim.  

Bunun ötesinde kafamdaki soru Haziran 2009’da ortaya attığım piyasalardaki “Sweet Spot”, yani tatlı noktanın devam edip etmediği.