Monday 24 January 2011

İki Merkez Hikayesi

Ekonomik politikalarla ilgili kararları yorumlarken ve eleştirirken ölçülü olunması gerektiğini düşünürüm.  Makul bir çerçevede alınan kararların doğru veya yanlış olduğunu zaman gösterir,  o yüzden fazlasıyla yargıcı olmaktan kaçınılması gerektiği kanaatindeyim. Önemli olan otoritelerin hedeflerini anlamak ve onlara ulaşılıp ulaşılamayacağı kararını vermektir. Zaten stratejistlik mesleğinin de püf noktası bu yazdıklarımı harmanlayıp, olması gerekenlerle fazla vakit kaybetmeden olacak olanları tahmin etmektir. Yani ekonomik politikaların oluşturduğu çerçeve dahilinde riskler ve fırsatları analiz ederek yatırım kararları vermek gerekir.

Bunları anlatmamın nedeni son çıkan enflasyon rakamlarının ardından Londra’da herkesin bana panik içersinde faizlerin ne zaman arttırılacağını sormasıydı.  Paniğin altında yatan İngiltere Merkez Bankasının (BoE) enflasyonu kontrolden kaçırdığı endişesiydi.  Para piyasaları yaklaşık 50 baz puanlık bir artış bekliyor sene sonuna kadar. Yani faizler %0,5’den %1’e çıkacak. Enflasyonun %3 altına düşmediği bir ortamda pek anlamlı değil. Ama asıl mesele farklı. Bence açıkça bunu dile getirmemiş olsalar da otoriteler enflasyon yaratmak istedi ve bunda da başarılı oldular. Borç yükünün ağar ve vergilerin daha fazla arttırılamayacak olması ılımlı bir enflasyonu tek çıkar yol olarak gösteriyordu. Enflasyon hedeflendi ve yaratıldı. Bu başarıda sterlinin de kriz sonrası zayıf seyretmesinin rolü oldu. Ben böyle tahmin etmiştim ve İngiltere hisselerinin fena prime yapmayacağını kanaat getirmiştim.

Türkiye’de ise merkez bankası sanki artik kur hedefliyor ve bu hedefinde de şu ana kadar başarılı. Aslında bir bakıma Türkiye risk primini de arttırmak istiyor. Bu konuda da başarılı. Ancak Makro 101 yazımda da belirttiğim gibi bunu yaparsanız başka araçlardan feragat etmek gerekir. Yani faizler… Bu durumda yerel faizler daha çok piyasanın kontrolüne geçmiş olur ve daha dalgalı bir seyir çıkar ortaya.

Bence iki merkez bankasının da yaptıkları cesur ancak riskli politikalar.  İkisinin bunda sonraki başarısının altında benim sık sık bahsettiğim global tasarruf fazlaları ve bunları dağılımı yatmakta. İngiltere durumunda bono faizlerinin yükselmemesi, Türkiye’de ise diş finansman ihtiyacının karşılanması için piyasanın çok daha yüksek faizler talep etmemesi için. İki ülke için de olası değerli dolar ve yükselen ABD bono faizleri de iyi haber değil… Durum böyle olunca yatırımlar açısından daha cazip başka ülkeler olduğunu düşünüyorum.