Wednesday 11 August 2010

Nereye Kadar II

Şahin gözlü bazı okurlar geçen yazımın son cümlesini yakalamışlar ve haklı olarak genel olumlu görüşüme ters düştüğünü düşünüyorlar bu bölümün. Bence bir çelişki yok. Yazıda da bahsettiğimi gibi ben kısa vadeli stratejimi yapmıyorum. Bu yüzden kısa vadede piyasanın iyi haberleri fiyatladığı gibi konularla çok ilgilenmiyorum. Şu anki düzeltme de o yüzden benim için olumlu, çünkü tabir-i caiz ise fiyatların “yedire yedire” çıkması hızlı rallilere tercihim. Düzeltmeler de bu bakımdan sağlıklıdır. Değerlemeler biraz ucuzlar, yeni yatırımcı piyasaya gelir, çıkış devem eder...

Hisse senetlerinin ucuz veya pahalı olduğu yargısına varırken alternatif yatırımları göz ardı etmemek gerekir. Şu anda düşük sabit getiriler reel ekonomiye endeksli yatırım araçlarını çok cazip kılıyor. Yani statik (konvansiyonel) değerleme araçları olan fiyat/kazanç ya da fiyat/defter değeri, indirgenmiş nakit akımları (INA) gibi bir değerleme aracına göre piyasaların daha pahalı olduğunu gösteriyor. İçinde bulunduğumuz ortamda INA’nin önemi ıskonto oranlarının düşük olması. Bu da hisse senetlerini daha çekici kılıyor. “Faizler bu kadar düşükken tabi ki hisse senetleri” demenin teknik yolu bu.

Benim görüşümdeki asıl çelişkiyi bir sonraki yazımda açıklayacağım.

Monday 9 August 2010

Olumluyum da Nereye Kadar?

Piyasa görüşlerine çok güvendiğim bir yatırımcı buğun bana “karlar iyi ama ekonomik rakamlar kötü, bu nereye kadar böyle devam eder” sorusunu sordu.

Birçok kişi eli tetikte ne zaman short’lamalı diye bekliyor. Bunu günlük veya haftalık anlamda değil genel piyasa yönü acısından sorguluyor yatırımcılar haklı olarak.

Benim kafamda cevabi net: ne zaman ki işsizlik sorunu bitti artik rahata erdik gibi söylemler duyarsanız o zaman satabilirisiniz. Ekonomik politika yönetenler, politikacılar ve yatırımcılar ne kadar işsizlik sorununu gündemde tutarsa o kadar daha olumlu oluyorum.

Nedeni basit ve benim bir seneyi aşkın zamandır söylediğim “kapitalist olmanın tam zamanı” hipotezine dayalı. Ekonomik dirilmenin ilk safhalarında milli gelirin önemli bir bölümü karlara gider. Bu yine benim sık sık bahsettiğim sermayeye olan getirinin (ROC) öncü gösterge olmasından kaynaklanıyor. Her nasılsa ekonomik döngülerde bu önemli veri hep göz ardı edilir ve hisse senedi piyasalarının neden ekonomiler tam büyüme trendine geçmeden ve işsizlik düşmeden hareket ettikleri konusu gündeme gelir. Özellikle ekonomistler bu durumu hiç sevmez ve “ekonomi daha toparlanmadı, bu piyasalar nasıl bu kadar olumlu” söylemleriyle ezilen işsize karşı spekülatörleri suçlarlar. Halbuki kar artışı ve olumlu piyasalar er ya da geç işsizliği azaltacak en önemli faktörlerdir.

Şu an baktığımızda işsizlik yüksek ancak verimlilik artışta ve birim başına maliyetler düşüyor. Bunların ikisi de karlılıkları destekleyen en önemli faktörler. Neticede şirket karlarının milli gelirdeki payı artıyor, kar beklentileri yukarı revize ediliyor ve açıklanan kar rakamları da genelde revize edilmiş beklentilerin de üstünde çıkıyor.

Bu süreç işsizliğin azalip istihdamin milli gelirden daha fazla pay almaya baslamasina dek sürer. Zaten bu da merkez bankalarının faizleri yükseltip likiditeyi azaltmasıyla eş zamanlı gerçekleşir. Yani işsizlik ve düşük büyümeden endişe duyan merkez banakları para politikalarını gevşek tutar. Bu durum değişince de gerekeni yaparlar.

Şu an hem karlılıklar hem de para politikaları piyasaları destekleyici ve kısa vadede bu ortadan kalmayacakmış gibi görünüyor. Ara ara kötü ekonomik rakamlar piyasaları sarsar ve volatiliteyi attırabilir ama o kadar da olsun. Sonuçta düşük volatilite düşük getiri beklentisi demektir. Bence tek sorun ne hisse senetlerinin ne de bonoların bu seviyelerde ucuz olmaması.