Thursday 21 May 2009

“CIK” fazla olmus

3 hafta önce Ekonomist dergisine yazdığım yazıda (aşağıda) “Boğacık” piyasasında olabileceğimizi belirtmiştim. Burda “cık” bölümü gereksiz olmuş. Son haftalarda piyasalarda yaşadığımız tırmanış beni bile şaşırttı. Birçok stratejist buna hala ayı piyasası rallisi dese de boğa piyasası yaşıyoruz sanki.

O yazıda belirttiğim gibi geçen sene sonunun çok karamsar ruh halinden bir anda çok iyimserliğe geçildi. Bunda da en büyük etkenin dördüncü çeyrek karamsarlığınn getirdiği feci ekonomik beklentilerin ardından gelen rakamların pozitif sürprizlere yol açmasıydı. Mart başında rahat bir şekilde özellikle hisse senetlerine “al” vermemin nedeni değerlemelerin düşük ve risk alma eğiliminin dip yapmış olmasından kaynaklanıyordu.

Geldiğimiz noktada artık “tahminlerimizden daha iyi” diyebileceğimiz veri sayısı giderek azalmakta. Yani iyimser beklentiler sanki hızla tahminlere yansıdı. Bununla birlikte artık hisse senetleri için ucuz demek de biraz zor. Risk alma eğilimi de 2004 senesi seviyelerine tırmandı. Piyasalar hakkında olumlu olmama rağmen biraz kar realizasyonu olsun dileğimin kaynağında bunlar vardı. Daha kenarda piyasaya girmeyi bekleyen çok para var ancak “bu seviyelerden ne alınır?” sorusu sıkça sorulmaya başlandı. Analistler de “çok çıkmayan sektör ve hisse” arayışına girdi.

Bunlar artık risk-getiri terazisinin dengeye geldiğini söylüyor bize. Burdan artık çıkmaz demek doğru olmaz ama piyasalar bu seviyelerde artık kırılgan konuma geldi. Yani getiri başına risk yükseldi.

Burda gelişmekte olan ülkelere ayrı bir parantez açmak lazım. Baharla beraber gelen “filizlenme” yerini “ayrışma (decoupling)” hipotezine bıraktı. Hatırlarsanız bu ayrışma Ağustos-Ekim 2007 ayları arası çok modaydı. Gelişen ülkeler kendi yerli talepleri doğrultusunda bu krizden etkilenmiyeceklerdi. Ama globalleşme çarkı tersine dönünce hiçbir ülke tam anlamıyla krizden kaçamadı. Şimdi aynı konsept krizden çıkış için öne sürülüyor.

Ben krize girişte bu işe pek inanmadığımı televizyonda birçok defa dile getirmiştim. Ama şimdi decoupling’e daha olumlu bakıyorum. Çünkü artık sapla samanı birbirinden ayırma zamanı geldi diye düşünüyorum. Yani kredi daralmasından (credit crunch) etkilenen ve önünde ciddi bir borç azaltma (de-leveraging) gereği olan ülkelerle, sadece kredisizlikten zarar gören ülkeler arasında bir ayrım yapılmalı ileriye dönük olarak. Bu ayrımı yapmamızı sağlayan en önemli faktör de merkez bankalarının piyasa müdahaleleri sonucu krizin o kısmının bitmesi oldu. Birinci grup uzun vadeli bir tasarruf arttırma sürecinden geçecek. Bu gruba birçok G7 ülkesini koyabiliriz. Öteki grupta ise gelişen ülkeler var. Gelişen ülkelerin arka arkaya gelen Asya, Rusya, Brezilya krizlerinden ötürü pek aşırılığa kaçacak zamanları olmadı. O yüzden bu grupta kriz, çok ciddi ekonomik politik hataları yapılmadığı takdirde, ülkemizde olduğu gibi sadece bariz ekonomik dengesizliklerin düzeltilmesiyle sınırlı kalacak fikrindeyim. Bunların da büyük bir kısmı gerçekleşti. Kalkınma (recovery) ivedilikle gelmiyecek ama uçurumdan hızla uzaklaşıldığı kesin.

Bütün bunların neticesinde de aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi gelişen ülke hisse senetleri gelişmiş ülkelere göreceli olarak çok iyi performans sergiledi ve bu hipotezin ilk ortaya çıktığı 2007 sonu rakamlarını yakaladı. Bu göreceli seviyeler aynı zamanda Meksika krizi öncesi "gelişen ülkelerin keşfi" seviyelerine de çok yakın...


Bunların ışığında gelişen ülkelerin bu olumlu makro ekonomik tabloya rağmen kısa vadede kötü haberlere karşı biraz daha kırılgan olduğu söylenebilir.

Aslında G7 ülkelerinin gelişen ülkelerden öğrenecekleri çok şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü önlerindeki en büyük makro ekonomik sorun borç dinamikleri olacak. Türkiye, Rusya ve Latin Amerika bu konuda tam anlamıyla uzman. G7 ise son elli yılda böyle bir sorunla karşılaşmamış. Bir de yaşlanan nüfuslar eklenince sorunlar daha da büyük bir boyut kazanıyor. Gelişen ülke göreceli ekonomik ve piyasa performansı orta ve uzun vadede de devam edecek. Sadece kısa vadede biraz dikkatli olmak lazım.